Davulun sesi...
-İftarınızı şu zeytinle açınız...
-...
-İftar sofraları için en iyi peynir, şu peynir...
-...
-Ramazan şerbeti ucuzca...
* * *
Sıcakların mevsim normallerinin üstünde seyrettiği, bazı yerlerde zaman zaman 40 dereceyi aştığı ve rutubet nedeniyle de 50 derece hissedildiği bunaltıcı ağustos günlerinde; gün doğumundan batımına dek, 16 saat aç susuz oruç tutmak, -sevabı büyük olsa da- kolay değil...
* * *
Bir de, “evet” ile “hayır” arasında bıçkınca polemiklerle büsbütün kutuplaşan referandum kampanyalarının mitinglerine katılacak olanları düşünün.
* * *
Aç biilaç ve susuz; “vatanın nasıl kurtarılmakta olduğunu”, yahut “nasıl batırılmakta olduğunu” saatlerce dinlemek cehennemi bir sıcakta...
Ne diyelim, Tanrı kolaylık versin.
* * *
Çalar saatten yoksun olunduğu dönemlerde; müminleri sahura kaldırmak için, mahalle aralarında maniler söylenerek çalınan ramazan davulları...
* * *
Bu gelenek görenek ve “teamül” sürüp gitmekte...
Star gazetesinin pazartesi günkü ekinin sürmanşeti şöyleydi:
“Akademik davulcu
İTÜ Devlet Konservatuarı öğretim üyelerinin eğitim verdiği Ramazan davulcularına, İstanbul’a özel mani ve davul çalma usulleri öğretildi”
* * *
Çalar saatlerin elektronikleştiği ve cep telefonlarının dahi, istenilen saatte melodiler çalarak uyarıcılık görevini üstlendiği bir dönemde, gün doğumunda sokak ve caddelerde davul çalarak dolaşan sahur davulcuları...
Neyse ki İstanbul’da akademik olarak çalacaklar davulları...
* * *
Acaba söyleyecekleri maniler nasıl olacak?
Herhalde:
İki çeşme yan yana,
Su içtim kana kana
Seni doğuran ana
Olsun bana kaynana
Diye olmayacak.
* * *
Acaba biz de zamana ve zemine uygun bir katkı yapamaz mıyız Ramazan manilerine:
Ramazan geldi hoş geldi,
Baklava tepsisi boş geldi,
O mayın istemişti,
Yerine Kaloş geldi.
* * *
Hadi bir tane daha:
Hoş geldin ey Ramazan,
İftara hazır kazan,
Züğürtlükten hiç yılma
Sen de git kazı kazan.
* * *
Gelenek görenek ve “teamüller”i bozmadan, akademik sahur davulcularının yetiştirildiği bir dönemde; nedense “ezanlar” minare şerefelerinden “müezzinler” tarafından değil, volümü yüksek hoparlörler tarafından okunuyor.
* * *
Hoparlörlerle yüksek volümde okunan ezan, sade kulaklara hitap ediyor.
Oysa minare şerefelerinde yanık sesli müezzinlerin okuduğu, Itri’nin bestesine uygun “ezan”, sade kulaklara değil, gönüllere de hitap ederdi.
* * *
Çalar saat ve cep telefonu bolluğuna rağmen, sahurda davul çalma geleneği sürdürülürken, “ezan” okumakta, şerefelere çıkmadan hoparlör teknolojisinden yararlanmaya kalmak, zıt düşüyor.
* * *
Türkiye’de kaç yüz bin minare şerefesi bulunduğu hesaplansa ve ona uygun olarak da, konservatuarlarda birkaç yüz bin müezzin yetiştirilse...
* * *
Ancak durumun ekonomik boyutu aynı değil.
Sahur davulcuları, Ramazan Bayramı’nda kapı kapı dolaşıp bahşiş toplayacak; müezzinlerin böyle bir olanağı yok...
Ne diye günde 5 kez tırmanıp dursunlar ki minare merdivenlerini; üstelik hoparlör teknolojisiyle, cami teybinde kaset çalmak da varken...
* * *
Ekonomik şeffaflık, kör kuyulara atılmış bir öcüdür Türkiye’de.
Referandum kampanyasında da, yapılan ve yapılacak harcamalar hiç mi hiç bilinmeyecek...
* * *
Bu sıcaklarda oruçlu oruçlu aç ve susuz, bedavaya nutuk dinlemek de kolay değil hani...
* * *
Gerçi sık sık:
-Milletin dediği olur, deniyor; ama millet artık, kırmızı bayraklı genç insan cenazeleri görmek istemediğini ağlıyarak haykırdığı halde, millete 30 yıldır “sabır” tavsiye ediliyor, sadece.
* * *
Tatilcilerin sayısı ise bu yıl daha da artmış görünmekte.
Üniformalı militerler de, mayolarını giyip plajlarda onların aralarına katılsa...
Hangisinin astsubay, hangisinin yüzbaşı, hangisinin albay, hangisinin general olduğu anlaşılabilir mi?
* * *
Eğlenceli bir fantezi olarak da, tatilcilerden mayolu militerlere bir “rütbe” biçmeleri istense...
* * *
Bir de bakarsınız tatilciler, bir astsubaya generalliği layık görmüşler, bir generale de binbaşılığı...
* * *
Ama tabii tatilcilerin, plajlarda mayolu militerleri değerlendirmesi; “milletin dediği olur” sloganıyla bağdaşmaz.
Ancak tatilcilerin layık gördüğü rütbe ile gerçek rütbeler yan yana getirilirse; kahkahalı bir parodi çıkar ortaya...
* * *
Ramazan davulcuları da ola ki “maniler”inde dillendirirler bunu:
Davulum ne çavuştur, ne paşa;
Kimseye ne geber der, ne yaşa.
Taş da atmaz kimseye,
Yazık olmasın diye taşa...
* * *
Çal davulcu çal!
Davulun sesi uzaktan hoş geliyor kulağa...

