Dedikodu ve devlet
Elbette söz şu son “büyük göz komplosuna” geldi.
Önce “dedikodu” ile “hukuk devleti” ayrımını yapmak gerekir.
“Dedikodu” görüntüler eksenli iddialardır, yorumlardır...
Görüntülerin gerçekliği ya da “üretilmiş” olması...
“Mekânı” ve “üretildiği zaman...”
Olayın “kadın kahramanı...”
Bunlar Deniz Baykal’ın istifasını açıklarken “Sorgulanmasına imkân tanımam” dediği şeyler.
Baykal’ın görüşü, görüntülerin montaj tekniğiyle son 15 gün içinde üretildiği yolunda.
Bir algılamamı da yansıtayım.
Bu kasette, bir olasılıkla sonradan servise konulacak ikinci ve üçüncü kasetler için bir kaygı taşımadığı izlenimini edindim.
Yani “rehin kartını” ellerinde tuttuklarını düşünenlerin “hesapları” Baykal’ın rotasını -galiba- çizemeyecek.
Fırat’ta kaybolan koyun
Demirel’in “iktidar sorumluluğunu” anlatan simgesel bir söylemi vardır:
“Fırat’ın kıyısında bir koyun kaybolsa sorumlusu hükümettir.”
Bu söylem “hukuk devleti” kavramının da tanımıdır.
Çağdaş demokrasi olmak iddiasındaki bir ülke düşününüz... Ana muhalefet partisi lideri kameralarla görüntüleniyor, montajlar yapılıyor, siyaset skandalı amaçlı kısa metraj film üretiliyor... İnternete servis ediliyor.
Bu kirli tezgâhın arkasındakileri bulmak ve adalete teslim etmek devletin görevidir.
Politikacıyı, gazeteciyi, mafyayı, teröristi dinleyen güvenlik güçleri bunları eliyle koymuş gibi bulabilir.
Başbakan’ın konuşmalarını internete servis edenler anında yakalanmadı mı?
Baykal’ın kaset sonrası istifa ederken iktidarı sorumlu göstermesi bir boyutuyla budur.
Diğer boyutu için gözlemleri şöyle:
“Bu yapılan öyle basit bir organizasyon değil, her tarafa kameralar yerleştirmişler. Bunların sinyallerini 100 metre ötedeki bir elektronik donanımlı araç kaydetmiş. Görüntüler montaj...”
Baykal birkaç teknik ayrıntıya daha işaret ediyor ve “bunu ancak daha derin güçlerin yapabileceğini” söylüyor.
“Devletin bu olanaklara sahip odaklara yönelmesi gerektiğini” vurguluyor.
“Görüntü dedikodusu yapmak değil bu insan haklarını ağır ihlal suçunu işleyenleri bulup, kulaklarından tutarak teşhir etmektir iktidarın görevi” diyor.
Devlet “magazin ilavesi” değil “resmi gazete” yayımlar.
Magazin haberi değil
Sonuç...
Gazetecilik açısından olayın haber vasfı olabilir.
Zaten medyada geniş yer buldu.
Ancak...
Ülkeyi yönetenler magazin gündemine değil, hukuk devletinin gereğine odaklanmalıdır.
BAYKAL’IN 8 GÜN SINIRI
Peki...
CHP Genel Başkanlığı düğümü nasıl çözülecek?
Deniz Baykal “önümüzdeki 8 gün içinde durumun netlik kazanacağını” söyledi.
Anlaşılan “kurultayın ertelenmesi” düşünülmüyor.
Kılıçdaroğlu’nun genel başkan olasılığını sordum.
Özellikle telaffuz edilmiş değil.
Kurmayları ile fikirlerin uçuştuğu bir söyleşide şöyle demiş:
“Arkadaşlar, bana yeniden genel başkan olmam için ısrarlısınız. Ancak başka arkadaşlarımız da olabilir. İsmi geçenlerle konuşun. Artılarını eksilerini tartın. Mesela Kemal’le konuşun.”
O dar kadrolu söyleşiden sonra Mustafa Özyürek medyaya “Kemal Kılıçdaroğlu’nun genel başkan adayı olabileceği” açıklamasını yapmış.
“Hani mesela” söylemi amacını aşan bir açıklamaya dönüşmüş.
Baykal’ın kafasında belirli bir isim yok.
Ama...
Kendisinden sonraki CHP için kaygıları var.
“Demirel’den sonra DYP, Özal’dan sonra ANAP eridi gitti. CHP de bu yazgının partisi olmamalı...”
Baykal’ın kendisi için dönüş yolunu açık tutmak için böyle konuştuğunu düşünenler olabilir.
Ne var ki...
“Kurultaylar partisi” diye kara mizah yapılan CHP neden bu kadar sık kurultay toplar, bu da dikkate alınmalı...
CHP hizipler partisi olduğu içindir ki içinde çekişme kronik hastalıktır.
Baykal onları bir arada tutabiliyor.
Yeni gelecek bir genel başkanın kendini kabul ettirerek bunu sürdürmesi dışarıdan görüldüğü gibi kolay değil.
Önce referandum, ardından genel seçimler sürecinde CHP gemisinde isyanların oynanacağı görülmelidir.
Oysa, içe odaklı değil dışa dönük mücadelenin zamanıdır.
Zaten kasetin de servise konulma zamanlaması bu açıdan bakılarak görülmelidir.
Ama...
Bu köşeye sıkışmışlık psikolojisi Kılıçdaroğlu veya bir başka yeni genel başkan etrafında kenetlenme yaratabilir.
Öte yandan, böyle bir umut yeşermezse sonunda Baykal için “İş başa düştü” zorunluluğu da oluşabilir.
..................
Not: İçeride servise konulan “kara tezgâh” prodüksiyon imzalı filmden kaçıyorum.
Cannes Film Festivali’ne gidiyorum.
Ayrıca, politikanın yol kazaları da sıkıntı verdi.
Bu arada Monte Carlo’daki “Formula 1”i de izleyeceğim, direksiyon ustalarını alkışlayacağım.
Haftaya çarşamba buluşmak üzere...

