Kimsenin haberi pek yok ama, bir TV kanalının “alt yazı” olarak geçtiği habere göre ne olmuş biliyor musunuz?

Özbeklerle Kırgızlar; kıran kırana bir savaşa, yangınlı yağmalı bir dövüşe tutuşmuşlar.
* * *
Her iki tarafın da değnekçilerini, kulaklarından tutup barıştırmak ağabeyliği kime düşer?
Taciklere mi, Türkmenlere mi, Çeçenlere mi, Azerilere mi; bendeniz bilemiyorum.
* * *
Gerçi 100 yıl önce Enver Paşa da, onların tümüne hem imparator, hem de ağabey olma hırsı, iddiası ve “megalomani”siyle; tümünü de “Enverland” adı altında birleştirme sevdasına düşmüştü ama; sonu perişanlık olmuş ve 1962 yılında da Milliyet’teki odama, “iriyarı” denen türden sarışın bir hanım gelmiş:
- Ben Enver Paşa’nın kız kardeşiyim, bana biraz yardım da bulunabilir misiniz, demişti.
* * *
Birbirlerinin evlerini yakan, mahallelerini yağmalayan Özbeklerle Kırgızlara; Behçet Kemal’den esintili bir hatırlatma yapalım.

Siz Türkî güneşiyle dünya ufka ağardı,
Türk olmasa tarihe yazılacak ne vardı.
Hemen kesin kavgayı; Türk, Türk’ü öldürmesin;
Enver Paşa sağ olsa, o da size kızardı.
* * *
Gerçi ressam Çallı İbrahim, vaktiyle Çamlıca Kulübü’nde, Ermeni bir dostuyla kâğıt oynarken yaptığı bir hatayı geç hatırladığında; Ermeni dostu kendisine:
- Türk’ün aklı sonradan gelir, diye takıldığı zaman, hemen kendisine şöyle yanıt vermişti:
- O senin söylediğin Ermeni’dir; Türk’ün aklı hiç gelmez.
Bütün kulüp kahkahalarla gülmüştü.
* * *
Çallı İbrahim; sade “hamasi tabu”larla değil, İsmet Paşa ile de, “okumuş yazmış” geçinenlerle de; dalga geçebilecek düzeyde, kompleksiz ve nüktedan bir sanatçıydı.
* * *
Tablolarının İş Bankası tarafından değerlendirilmesi için Ankara’ya geldiğinde; kendisine zorluk çıkaran bir müdüre sinirlenmiş, Karpiç’te öğle rakısı kadehlerini çakıştırırken:
- Bu kadar cehalet, ancak tahsil ile mümkündür, diyordu.
* * *
Türk’ün aklı sonradan mı gelir; kaçarken mi, çömelince mi gelir yergileri; “Etrak biidrak” diyen Osmanlı dönemlerine aittir.
Nef’i bile:

Türk’e hak çeşme-i irfanı haram etmiştir
Diye yazmıştı.
* * *
Neyse ki Gazi, Türk milletinin hem zeki, hem de çalışkan olduğunu ilan ederek; Enver Paşa’nın ırkçılığındaki çöküntü fiyaskosunu, hiç değilse okullarda onardı.
* * *
Güney Afrika’da Dünya Kupası maçları başlamışken; sırası mıydı yani Özbeklerle Kırgızların dövüşe tutuşmasının?
Keşke her iki taraftaki kadınların da ayakları bakımlı olsaydı; belki de birbirlerini “yok etme” yerine, “var etme”yi yeğlerlerdi o zaman; kim bilir?
* * *
Buralarda da “eksen kayması” tartışmalarına mola verildi.
Futbol ön plana çıktı.
Gerçi henüz siyasal konjonktür değişmedi ama, gün ola harman ola, o da elbet bir gün değişir; ölenler de geçmişte kalır, nutukçu esnafı da...
* * *
Hürriyet gazetesi, çok daha önceden “En Güzel Spor Fıkraları” diye küçük bir kitapçık yayımladı.
O kitapçıkta “futbol, yüzme, atletizmat yarışıboks, hakem, basketbol, tenis, jimnastik, judo” üstüne bir yığın eğlenceli fıkra var.
Bütün o fıkraları da, Çavlan Uçar derlemiş.
* * *
O kitapçıktan pazar gününe de, Dünya Kupası’na da uygun birkaç fıkra:
Kaleci Hayrettin’e sorarlar:
- Futbolun orta direği kimdir?
- Kalecidir.
- Niçin?
- Çünkü kalecinin üstünde üst direk, sağında solunda da yan direkler var. Kaleci de orta direk oluyor.
* * *
Bir hasta, bir psikiyatra derdini anlatıyormuş:
- Felaket doktor bey, felaket, diyormuş; gece gündüz kendimi hep kaleci olarak düşünüyorum. Topu tutmak için sürekli sağa sola atlıyorum. Geceleri uykum kalmadı, gündüzleri de çalışamıyorum.
* * *
Doktor:
- Canım, demiş; kaleci olduğunuzu düşüneceğinize, güzel kızları falan düşünün.
* * *
Hastanın yanıtı:
- Ah doktor bey ah!.. Onu da denedim; ama ne zaman kızları düşünmeye kalksam, her seferinde de topu kaçırıp gol yiyorum.
* * *
Av. Taner Aktop’tan da bir fıkra:
Bir kasabada adamın biri, her gün aynı lokantaya gidiyor ve çatalla kaşığı kokladıktan sonra, menüde ne olduğunu söylüyormuş.
* * *
Her gün aynı imalı gösteriyi yapan müşteriye, lokantanın sahibi de gıcık olmaya başlamış.
Ve bir gün bulaşıkçı Lafünaz bacının donuna sokup çıkardığı kaşıkla çatalı koymuş müşterinin önüne.
* * *
Müşteri lokantaya geldiğinde yine koklamış kaşıkla çatalı ve lokantanın sahibine:
- Şey, demiş; Lafünaz bacı burada mı çalışmaya başladı?
* * *
Nasıl ki diplomasinin kaşığıyla çatalını koklayanlar da; hemen anlıyorlar kimin nerede çalışmaya başladığını.
* * *
Orhan Murat’tan bir şiirle bitirelim yazıyı:

Kasap

İşlerin yolunda gidiyor kasap
İşlerin yolunda
Satırın
Saldırman belinde,
Elin hayvanı emrinde.
Yere yatırıp biçersin,
Çengele geçirip yüzersin.

Mal derdinde kasap
Can derdinde koyun
Ne çirkin oyun
NE BERBAT KAFİYE!

Misafir Avatar
İsim
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×