Mecidiyeköy'de akşamları da açık olan salaş bir esnaf lokantasında buluşmuştuk İlhan Selçuk'la.
Cumhuriyet'ten birkaç arkadaşı eşlik ediyordu kendisine.
Sağlık sorunlarına karşın mütevekkil bir gülümsemeyle bakıyordu etrafa.
Bana “Seni benimle görürlerse Ergenekoncu derler, ona göre...” diye takılmıştı.
Hep beraber gülüşmüştük.
Öyle kibar, öyle içten, öyle alçakgönüllü, öyle yumuşak, öyle muhabbet ehli, öyle değer veren, öyle delikanlı, öyle esprili, öyle vakur, öyle egemen, öyle halim selim bir hali vardı ki...
Hemen ısınmıştım kendisine.
* * *
Bunda şaşacak bir şey yok.
Ben epey zamandır, karşımdakilere “Acaba aynı kafada mıyız? Acaba aynı görüşte miyiz?” diye yaklaşmak yerine, “Acaba nasıl bir insan?” diye yaklaşıyorum.
Durum böyle olunca da... Kabalıkta, hoyratlıkta, acımasızlıkta sınır tanımayan güya“demokrat” adamlara ısınmak zorunda hissetmiyorum kendimi.
Tıpkı...
Kendilerine “dindar” diyen ama fitne fesat çıkarmakta epey mahirleşmiş düşük insanlarla bir araya gelme mecburiyeti hissetmediğim gibi.
* * *
Ölçüm şudur:
Karşımdakine bakıyorum...
Kibar mı? Anlayışlı mı? Alçakgönüllü mü? İçten mi? Vakur mu? Mert mi? Mağdur mu? Halim selim mi? Delikanlı mı?
Hemen ısınıyorum kendisine.
Karşımdakine bakıyorum:
Kafa belden aşağı mı çalışıyor? Hazımsız mı? Muktedirin paçasına mı yapışmış? Gücünü muktedirden mi alıyor? Namert mi? Kalleş mi?
Kahpe mi? İçten pazarlıklı mı? Hesapçı mı?
Hemen uzaklaşıyorum kendisinden.
* * *
Ama İlhan Selçuk söz konusu ise, kuşkusuz bundan çok daha fazlasını söylemem gerekir. Bir kere ben “Yazının bir mimarisi vardır” cümlesini ondan öğrendim.
“Ödünsüzlük” denilen olgunun erdemini de. Yıllarca yazıyla ayakta kalınabileceğini de ondan öğrendim, kaç yaşına gelirsen gel hep “delikanlı” olunabileceğini de.
“Etrafındakileri sadece bir tılsımla değil, ancak başka tür özelliklerin varsa etkileyebilirsin” hükmünü de ondan öğrendim. Vursalar bile düşünmeyi. Vursalar bile düşündüğünü ifade etmeyi.
İnat etmeyi. Sebat etmeyi. Bir duruş sergilemeyi...
Hepsini ama hepsini ondan öğrendim.
Eh, bunlar da az şey değildir sanırım.
Zor zamanda demokrat olmak
EY Kürt sorununun çözümüne kendilerini adamış demokrat kalemler!
Kolay zamanlarda...
Açılım yapılıyor, tarih yazılıyor diye hava attınız. En uçuk fikirleri ortaya atmakta bir sakınca görmediniz. Öcalan'ı paşa yapmak bile istediniz. Hükümete akıl verdiniz, danışmanlık yaptınız...
Ama bir talihsizlik oldu, rüzgâr tersine döndü.
Şimdi iktidar, tıpkı 90'lardaki gibi, “Vuracağız, kıracağız... Göz açtırmayacağız... Kökünü kurutacağız...” diyor.
Sizden ise “tıs” bile çıkmıyor.
Duruma bir el atmanızı bekliyorum.
Kardeş Türküler'le kardeş olduk
ÖYLE bir zamana denk geldi ki “Kardeş Türküler” konseri, tam isabet!
Türkçe baraklara Rum ezgileri, oynak Roman havasına Ermeni ağıtları, Kürtçe türkülere Yozgat havası karıştı.
Sırrı Süreyya ile Dilber Ay ikilisine şapka çıkardık. Diyarbakırlı Ara Dinkjian'ın uduna hayran kaldık.
Canlandırmalara, danslara meftun olduk. Mezopotamya'dan Balkanlar'a gittik geldik. Tüylerimiz diken diken oldu ve sonunda öyle dolduk ki...
Biz, Açıkhava Tiyatrosu'nu dolduranlar, “Yaşasın halkların kardeşliği” diye bağırmaktan kendimizi alamadık.
Uzak durulacak mekânlar
*BİR: İçeri girdiğin andan itibaren görevlilerden, “Bunun burada ne işi var” bakışı yayılıyorsa.
*İKİ: Sipariş verdiğin bir ürün için “Kalmamış” derken bir zevk alma durumu söz konusu oluyorsa.
*ÜÇ: Suratlar asıksa... Yaşam enerjin tükeniyorsa...
*DÖRT: Mekân sahibi lüzumsuz bir kasma haline kendini kaptırıp etrafta zabıt kâtibi gibi dolaşıyorsa...
*BEŞ: Mekân sahibi, kendi mekânına ait sorunlarla bütün gece kafa şişirmeyi marifet biliyorsa...
Benim gözümde ‘Vakit' meselesi
VAKİT'in dünkü manşetini, her zamanki gibi yine midem bulanarak okudum.
Güya PKK Alevilerin kontrolüne girmiş, güya Aleviler Ergenekoncu imiş ve güya Ergenekoncu PKK, hükümeti zor durumda bırakmak için askerleri öldürüyormuş.
Gazeteyi hemen buruşturup, layık olduğu yere, çöp sepetine attım.
* * *
Aslında Vakit falan hikâye...
Adamlar karakterlerinin gereğini yapıyorlar...
Asıl mesele şu:
Mide bulandıran, ayrımcılık yapan, fitne çıkaran, Alevi düşmanlığında sınır tanımayan bu tahrik odağına Başbakan Erdoğan, “gazete” muamelesi yapmaya devam edecek mi, etmeyecek mi?
Benim için “Vakit meselesi”, artık böyle bir meseledir.

