ZÜLFÜ Livaneli’nin “VEDA”sı bir belgesel değil, bir “film...” Gerçeklere bağlı kalmakla beraber bu bir kurgu...
Yaveri Salih Bozok’un notlarından hareket ederek ölüme meydan okuyan ve cumhuriyeti kuran nesli anlatıyor.
Bazen yaveri Salih Bozok’a bazen Mustafa Kemal’e odaklanan kameralar, iki başrol oyuncusu üzerine kurulmuş zaman nehrini akıtıyor beyaz perdede.
Birkaç satırbaşı açayım.
Önce benzerlik...
Sinan Tuzcu ve Atatürk’ün mevsimlerini oynayan diğerlerinin ona benzeyip benzemedikleri tartışmalarını anlamsız buluyorum.
Atatürk bir gerçek değil de roman kahramanı olsaydı ve bu romanın filmi yapılsaydı, “benziyor-benzemiyor” tartışmaları yapılır mıydı?
VEDA’ya işte böyle bakılmalı.
* Atatürk’ün boyu, dudakla burun arasındaki mesafesi ve diğer fizyolojik ve anatomik özellikleriyle değil, doğası, beyni, yüreği, karakteri, dehası, insanlığı kısacası kişiliğiyle örtüşmesi önemlidir.
* Atatürk’ün insani boyutu bu filmin ekseni.
Ancak...
Son yıllarda Atatürk’e saldırmak marifet(!) oldu.
Bunun da üzerine “insan Atatürk” etiketi yapıştırıldı.
Sanki “insan Atatürk” bir dizi eksi sıralamak...
Zülfü Livaneli işte böyle bir anlayışa tepkili.
“Atatürk güzel insan, onun güzel insanlığını yansıttım. Hepsi de gerçek. Nasıl çarpık bir mantıktır ki Atatürk’ün kalitelerini gösterdiğiniz zaman eleştiriliyoruz” mesajını veriyor.
VEDA’yı izleyenlerin duyguları Atatürk’ün nasıl algılandığının kanıtı...
KAMERA ARKASI
VEDA’nın çekiminde keyifli haftalar geçirmişler. Misal...
Atatürk’ü oynayan Sinan Tuzcu Fikriye’yi oynayan Özge Özpirinçci ile Latife’yi oynayan Ezgi Mola’yı birbirine düşürmüş.
Özge, karavanda giyinirken Latife için hazırlanan bir giysiyi beğenmiş, el koymuş.
Kameranın karşısına o giysiyle geçmek istemiş.
Sinan Tuzcu da hemen cep telefonundan İstanbul’da dizi setinde olan Ezgi Mola’yı aramış ve “arkadaşım yetiş, kostümünü çalıyorlar” demiş.
Özge, Ezgi’yle konuşmak zorunda kalmış.
Ezgi de hemen izin vermiş.
İşte böyle bir dizi makara...
Aslında en neşeli ve esprili olan Zülfü Livaneli’dir.
Onun varlığı setteki pozitif elektriğin dolaşımında etkili olmuş.
İki örnek vereyim, Atatürk’ün doktorları olarak beyazperdede eski Roma Büyükelçisi ve Fransa Türk Mevsimi’nin başındaki Necati Utkan ile Tıp Profesörü Demir Budak’ın görünmesi iki hoş sürprizdi.
ATEŞLİ BROADWAY
TÜRKER İnanoğlu’nun Maslak’ta “Show Center”ı açtığı günlerdi.
“Oraya Broadway’in müzikallerini, dünyanın ünlü şov topluluklarını getireceğini” söylemişti.
Modern sahne düzeni, sanatçı odaları, akustik düzenleme...
Her şey büyük projeler düşünülerek yapılmıştı.
O zaman bunları dinleyen bazıları, İnanoğlu’nun söylemlerini “fantezi”, hatta “hayal“ gibi görmüşlerdi.
Oysa Türker İnanoğlu’nun yaşamı “olmaz” sanılanları “olur”a dönüştürmek çizgisinde bir yolculuktur.
Aradan geçen yıllarda dünyanın ünlü gösteri gruplarını getirdi.
Türkiye insanına vizyon sundu.
Şimdi de o “BROADWAY MÜZİKALLERİNDEN SEÇMELER” ilk günlerde söylediği gibi TİM’de gösterime giriyor; “RED HOT BROADWAY...”
Şovlarıyla ışıltılı New York gecelerinin görkemine perde açılacak.
Hello Dolly, My Fair Lady, Chitty Chitty Bang Bang, The Lion King, Cabaret, Les Miserables, Evita, Grease, Chicago, Cats, Mamma Mia, Saturday Night Fever, Copacabana…
Kuşaklar boyu “hit şarkılar” olan harika bir müzikal gökkuşağı...
“ATEŞLİ BROADWAY” 20’ye yakın ülkede izlendi, 15 milyonu aşkın seyirciyle gişe yaptı.
11-12-13-14 Mart’ta 6 gösteri...
DERSİM’İN KAYIP KIZLARI
DERSİM bir sızıdır... “Dersim’in Kayıp Kızları” da bu sızıyı “İKİ TUTAM SAÇ” başlığı altında bir yönüyle anlatan belgesel...
Cemal Reşit Rey’de filmi izlemek için koltuklar bir yana, ayakta bile yer yoktu.
Neyse ki müdüriyet odasına aldılar.
Ekrandan izledik.
1937-1938 yıllarında Dersim isyanı bastırılırken ailelerini yitirmiş ya da kaybolmuş küçük kızlar subay ailelerine evlat verilmiş.
Bunlardan ikisinin kameraya anlattıkları o dönemden görüntülerle yansıtılıyor.
Önce saçları kesildiği için mi bilmiyorum “İki Tutam Saç” başlığı ile açılıyor film...
O kız çocuklarından kimileri ailelerine kaçmış, kimileri de 60’lı yaşlarında nihayet aileleri tarafından bulunmuş.
Türkçe konuşama-maktan başlayarak üzüntü yüklü iki yaşam beyazperdede...
Biri “Kürt ve Alevi”, diğeri “Türk ve Sünni” olarak yaşamlarını sürdürmek zorunda kalmış iki amca torunu Dersim’in Kayıp Kızları...
Dramatik ve travmatik yaşam öyküsü...
ŞARABIN KİTABINI YAZMAK
İSTANBUL’UN lezzet mekânlarından biri de Taksim’deki “Mimolett...”
İyi yiyorsunuz, ağzınız şenleniyor ama sabah pişmanlığı yok çünkü kilo almıyorsunuz.
Nouvelle cuisine desem değil, fakat porsiyonları onun gibi küçük ve son derece hafif.
Malzeme en üst kalitede.
İşte böyle bir ortamda şarabın kitabını yazanlarla, şarap tadımı yaptık.
Amerikalı olan biri hariç tümü İngiliz şarap yazarı Türkiye’deydi.
Türk şarap sektörünün seçkin üreticileri Büyülübağ, Doluca, Kavaklıdere, Kayra ve Vinkara Wines of Turkey (WOT) Platformunu kurdular.
Dünyada şarap konusunda otorite kabul edilen Oz Clarke, The Observer’ın şarap yazarı ve Londra’da şarap okulu sahibi Tim Atkin, dünyanın en büyük şarap yarışması International Wine Challenge yarışmasının kurucusu ve eş başkanı Charles Metcalfe ile diğer ünlü şarap yazarları ile bizi MEY Grubu’nun CEO’su Galip Yorgancıoğlu bir araya getirdi.
Şarap yazarları “kör tadım”da tattıkları 49 Türk şarabına 20 üzerinden 15.35 puan ile “iyi” notu vermişler.
Onlar Boğazkere, Öküzgözü ve Narince gibi bu toprakların özgün üzümlerine odaklanmış.
Bu topraklarda 6 bin yıldır şarap yapılıyor.
Dünyanın en eski şarap coğrafyası…
Tanıtımda iyi bir kampanya sloganı olabilir.

