Piyanoların efendisi...
Garip görünebilir ama gerçektir.
Çin’de büyük rakamlar konuşur.
Yer kürede en fazla milyoner, en fazla Rolls Royce olan ülkedir.
40 milyon piyano bu büyük rakamlar coğrafyasında abartı değil.
Haliç Kongre Merkezi’nde canlı performansıyla dinledikten sonra Lang Lang efsanesini daha net algıladım.
Piyano ancak bu kadar güzel olabilir. Uçuşan parmakları ve beden dili büyüleyici. Piyanoya 3 yaşında başlamış. 5 yaşında ilk konser, 9 yaşında konservatuvar, 17 yaşında Chicago Senfoni ile “Yüzyılın Galası”nda Çaykovski konçertosu çalarak yıldızlaştı. Amerika ve Avrupa basınında en popüler TV programlarında röportajları yayımlandı.
New York Times’a göre o “klasik müzik gezegeninin en ateşli sanatçısı...” Chicago Tribune ise “uzun yıllardır görülmemiş derecede büyük coşkulu klavye yeteneği” diye yazdı.
Time dergisinin her yıl seçtiği “dünyanın en etkili 100 kişisi“ listesinde yer alıyor.
Münih Dünya Futbol Şampiyonası açılış ve kapanış törenlerinde, Barack Obama’nın ödül aldığı 2009 Nobel Töreni’nde çaldı. 2008’de New York’ta Gremmy ve UNICEF desteklerini alarak “Lang Lang Uluslararası Müzik Vakfı”nı kurdu.
Vakfın misyonu dünya çocuklarının klasik müziğe kazanılması.
Ve bir ilk...
Ünlü piyano üreticisi Steinway küçük yaştakilerin müzik eğitiminde kullanılmak için “Lang Lang Steinway” piyanoları üretti. Haliç Kongre Merkezi’ndeki konserde şef Gürel Aykal’ın yanımda oturan eşine telefonda “Hayatımda gördüğüm en iyi piyanist” dediğini dinledim.
Gürel Aykal da onun piyanosunun daha fazla öne çıkması için orkestrayı ilahi bir müzik fısıltısı gibi yönettiğini de belirtmeliyim. Borusan, İKSV Müzik Festivali bağlamında gene çok değerli bir etkinlik sundu.
İŞTE LONGTABLE
TABANLIOĞLU Mimarlık, Şişhane’deki tarihi binasında mimarlık projeleri üretmenin ötesinde zaman zaman sanatçıları konuk eder. Ofis katlarını onların sergilerine açar.
Geçen hafta da Kezban Arca Batıbeki’nin tablolarını sergiledi.
Batıbeki’nin stilini yansıtan çoğu büyük çalışılmış tablolar. Daha sonra alt katta bir yemek daveti düzenlenmişti. Upuzun 40 kişilik bir masa. Öyle ayrı ayrı masalarda gruplaşmalar yok. Melkan ve Murat Tabanlıoğlu’nun pozitif ışıkları o uzun masada paylaşılarak çoğalıyordu. Ertuğrul Özkök, Fatih Çekirge, Uğur Cebeci ile birlikte masada “bizim mahalle köşesi” ayrı keyifti. Ben “uzun masa” konseptini severim.
Hele gazetelerde bütün yazı işlerinin bir arada olacağı, birlikte kaynatacağı, işyeri protokolünün olmayacağı uzun yemek masaları güzeldir. Zaten yazı işlerinin uzun toplantı masalarındaki ortak ruhun yemek masasında daha genişlemiş olarak sürdürülmesidir.
Gösterimin iptal nedeni ile güncel siyaset örtüştüğü için cuma gecesi izlemeye gittim.
Salonda 300-400 genç kız ve en fazla 5 erkek. İç geçirme seslerinden bütün iddialara karşın genç kızların hâlâ süren “romantik” özlemlerine tanık oldum. Hem de ne sıradan “erkek numaralarıydı.”
Fakat 2. yarı film başka bir mecrada aktı; Abu Dabi’de...
Gerçekten birkaç sahnede sanki Araplarla dalga geçen görüntüler ve söylemler vardı ama aslında çok zekice bir Abu Dabi reklamıydı.
Masmavi denizi, çılgınca eğlenilen diskoları, lüks uçakları, 7 yıldızlı otelleri, kadınlarının kara çarşaf altındaki dünyanın en ünlü moda evlerinden giysileri...
Orada yaşanan romantik aşklar...
Öteden beri Türkiye’nin reklamını en iyi “Türkiye’de çekilen uzun metrajlı filmlerin yapabileceğini” savunurum. Abu Dabi bunu yapmış.
Buram buram reklam kokmaması için aralara birkaç “eleştirel” sahne konulmasına izin vermiş.
Filmin Abu Dabi ve ünlü lüks otomobil, giysi, çanta, ayakkabı firmaları tarafından finanse edildiğine kalıbımı basarım.

